Kemalpaşa Mutlu Son

Kemalpaşa Mutlu Son

Kızardı, beceriksizce uzattığı mektubu teslim

etmek için yanıma geldi, gözleri, geceliğimin ayarlanmış

aralığından hafifçe belli olan göğüslerimdeydi. Yüzüne bakıp

gülümseyerek mektubu aldım ve usulca gömleğinin kolundan Kemalpaşa Mutlu Son

yakalayıp kızaran, tüm vücudu titreyen genci kendime doğru

çektim. Çekingenliği ve saflığı sebebiyle onu yüreklendirecek

tüm ilk adımları mutlaka benim atmam gerekiyordu. Beden‐

si rahatça bana doğru eğbilimselşti pürüzsüz, sakalsız çenesini Kemalpaşa Mutlu Son

usulca okşayarak, benim gibi bir kadın

dan korkmaması icap ettiğini söyledim. Elini tuttum

göğüslerime götürüp hafifçeçe bastırdım. Artık güzelce

donanmış, kabarmışlardı, öyle ki elinin altında arzudan nefes

soluğa inip kalkıyorlardı. Çocuğun gözleri, alevlenmiş bir

tabiat ananın tüm ateşiyle ışıldadı, yanakları da koyu kırmızılaştı.

Kemalpaşa Mutlu Son

Sevinç, haz ve utangaçlıktan dili tutulmuş, mevzu-şamıyordu,

fakat bakışları, heyecanı tüm duygularının harekete geçtiğini

ve korkacak aslabir düş kırıklığı kalmadığını açıkça

gösteriyordu.

Öpmekten kaçamaması için uzattığım dudaklarım onu yaktı,

yüreklendirdi. Artık bakışlarımı hazzın aslolan noktası olan o

bölüme çevirmiştim, oradaki şişkinlik ve hareket açıkça farkediliyordu. Bu şekilde elverişli bir ortamda artık durmak için çok

geçti ve kendimi tutamayıp onun o bakir utangaçlığına daha

fazla sabredemediğimden elimi bacaklarına doğru kaydırdım,

yukarıda pantolonuna hapsedilmiş sert, katı cismi hem

görebiliyor, hem hissedebiliyordum. Ancak parmaklarım bir Kemalpaşa Mutlu Son

türlü sonunu bulamıyordu. O zaman meraka tutuldum ve

bu şekilde dehşet verici bir esrarı açığa çıkarmaya sabırsızlanarak,

içerdeki canlı güçten ötürü patlamak üzere olgunlaşmış

düğmelerle oynamaya başladım. Kemeri bir dokunuşta

açılıverdi. Ve o an şaşkınlıkla görmüş olduğum, gömleğinden

sıyrılıp kurtulan şey adeta dehşete düşmeme niçin olmuştu.

Bir çocuğun oyuncağı veya bir adamın silahı değil fakat öyle

muazzam ölçülerde bir parçaydı ki sanki bir insana değil,

genç bir deveye aitti. Olağanüstü boyutları karşısında

şaşkınlıktan sessizleşmiştim. Yine de bu uzunluk, bu genişlik‐

teki canlı fildişini zevkle izlemeden, hatta ona dokunmaya

cüret edemeden duramadım.

Kusursuz biçimli ve şekilliydi;

mağrur dikliği ve kadife yumuşaklığının en narin tenlerle

yarışabileceği, enfes aklığı dipteki kara, kıvırcık fonla daha

bir vurgulanıyordu. Bu manzara, güzel bir akşamda, bir

tepenin doruğunu kaplayan uzak ağaçların dalları arasından

berrak ışık demetlerinin süzülüşünü seyretmek gibiydi. Geniş

başın pembeliği, damarların mavi nüansı, her şey, doğadaki

şekil ve renklerin en çarpıcı bileşimini oluşturuyordu.

Kısacası bu, dehşet ve zevk veren bir nesneydi.